Friday, November 28, 2008

Tarikat ve Tapınak

26 Planting 591

Nihayet birkaç gündür yaşadığımız küçük maceramız sona erdi. Bugün bizim için oldukça hareketli, şaşırtıcı ve uzun bir gün oldu. En iyisi anlatmaya en baştan başlayayım.

Sabah çayırlarda uyandıktan sonra araştırmamıza biraz daha devam ettik. Bu sefer gece bulduklarımıza ek olarak kovukların birinde bir adet Furyondy parası bulduk. Bunun önemli olabileceğini düşünerek saklamaya karar verdik ve etrafa biraz daha bakınarak çayırları terk ettik. Aklımızda ilk iş olarak Harlenn’in abisi Tomlinn’le konuşmak vardı. Artık bütün bu bilinmezlikler canımızı sıkmaya başlamıştı ve bir yerlerden bir ipucu bulmazsak ilerleyebileceğimizi sanmıyordum. Böylelikle Tomlinn’in kapısını çaldık.

Tomlinn ailesi hakkındaki gerçeği anlatınca yavaş yavaş parçalar birbirini tamamlamaya başlamıştı. Anlattığına göre Tomlinn daha gençken ve Harlinn henüz bebekken aralarında hobbit bir İuz rahibi olan bir grup Rhennee köyün dışında kendilerine bir tapınak inşa etmişler ve orada ayinler düzenlemeye başlamışlar. Köy halkının ne ilgisini nede dikkatini çeken bu garip tarikat bir gün bir ayinlerinde İuz’a kurban olarak iki hobbit seçip onları tapınakta katletmişler. Bu iki talihsiz köylü Tomlinn ve Harlinn’in ailesiymiş. Bu vahşi cinayetten sonra köylüler neler olup bittiğini farketmiş ve tapınağı basarak öfke dolu bir biçimde herşeyi yerle bir etmişler. Ancak olayların elebaşı olduğuna inandıkları İuz rahibi Milton Merrifoot bir şekilde kaçmayı başarmış. Tomlinn kendisininde şerifle beraber o baskında en ön saflarda yer aldığını buruk bir gururla anlattı. O günden beride o tapınak kullanılmıyormuş. Tabi en son kimin ne zaman gidip kontrol ettiğini bilmediğimiz için bu son bilgi biraz şüpheli. Tomlinn daha sonra köyü terk etmiş ve Greyhawk savaşlarında İuz’a karşı savaşmış. Bir hobbitten beklenenin, evinde yas tutup hayvanlarını otlatması olduğu halde hemde.

Bu konuşmalardan sonra yapılacak en iyi şeyin o eski tapınağa gitmek olduğu açıktı. Sanıyorum hepimizin içinde orada bişeyler bulmak ümidi vardı. Heyecanla gereken birkaç şeyi alarak hemen yola koyulduk. Tomlinn yıllardır köye ayak basmamış olmasına rağmen tapınağın yerini sanki henüz oradan dönmüş gibi tarif etti. Nihayetinde O’da bir Elmshire’lıydı. Ve Elmshire’lıların arasında benim için çok saygın bir yeri vardı artık.

Fazla uzun sayılmayacak bir yoldan sonra eski tapınağın kapısına geldiğimizde içeri girmek için sabırsızlanır haldeydik. Giriş çok karanlıktı. Bir ses gelip gelmediğini kontrol etmek için dikkat kesildik ama çıt çıkmıyordu. Yavaş adımlarla o karanlıkta ilerlemeye başladık. İlk dar koridorun duvarlarında hep o soğuk taş hissi vardı. Öylece birkaç metre sonra sahanlık gibi bir alana geldik. Yolumuzu kapatan koskoca bir kaya kütlesi vardı. Sağını solunu inceleyince bunun bir kapı olduğunu anlamıştık ama açmak için gereken mekanizmasını bir türlü bulamadık. Kesin büyülü falan bişeydi o. Yoksa ben onu elimle koymuş gibi bulurdum. Neyse tam kara kara nasıl açacağımızı düşünüyorken Caleb o ayı gücüne güvenerek kayayı itmeye başladı. Yani Caleb’in cüssesine bakınca kuvvetli olduğunu anlıyorsunuz ama o kocaman kayanın nasıl zangırdadığını görseniz muhtemelen korkardınız. Birkaç denemeden ve bizimde pek işe yaramayan yardımlarımızdan sonra kapı çataaaa çutaaaa sesleriyle açıldı. Calebin kollarında damarlar patlayacak gibi şişmişti. Tam bir ayı.

Açılan kapıdan içeri girmeden önce ben grubun arkasını tapınağın girişinden gelecek tehlikelere karşı koruma güdüsüyle geride kaldım. Bu yüzden üzerimize saldıran etleri çürümüş iğrenç görünümlü üç köpek mi kurt mu ne allahın belası şeylerse onlar Kira ve Caleb’le burun buruna geldiler. Ben hemen Crossbow’uma davranıp arkadan gördüğüm ilk canlıyı indirmek üzere nişan alarak beklemeye başladım. Arada da göz ucuyla bizimkileri izliyordum. Görebildiğim kadarıyla Caleb iki eliyle kaldırdığı kılıcını bir köpeğin ağzına sokuyor, Kira ise gözleri yarı açık yarı kapalı birşeyler mırıldandıktan sonra ellerinden önünde olmak istemeyeceğiniz alevler çıkartarak köpek çevirme yapıyordu. Tam o anda üçüncü köpeğin Caleb’i beklemediği bir anda mide boşluğundan ısırdığını gördüm. Caleb sendeleyerek dengesini kaybetti, sanırım zırhı delinmişti. Buna rağmen tekrar kendini toparlayarak köpeğin hakkından gelmeyi başardı. Gerçekten çok kuvvetli bir adam. Bende artık arkadan bir tehlike gelmeyeceği belli olunca yanlarına gittim ve Caleb’in yarası için küçük bir iyileştirme büyüsü yaptım. İyi gelmiş olacakki yüzüne renk geldi.

Etrafında birkaç küçük oda olan bir salondaydık. Odalar çürük etlerle doluydu. Ben kokudan tiksinerek fazla dolaşmadım. Zaten pek görülecek bir şey yoktu. Kira merakla heryeri gezdi. Burada Necromancy ayinleri düzenlendiğini söylediğinde ise hiçbirimiz şaşırmadık. Meşenin orda (muhtemelen ikinciye) öldürdüğümüz Rhennee ve bu köpekler böylelikle açıklanıyordu işte. Tapınağın daha içlerine doğru ilerlemeye başladık. Bütün bunların arkasında kimin olduğunu bulmamız lazımdı. Nihayet kapısının üzerinde korkunç olması için uğraşılmış bir kurukafa resmi olan odayı gördük. Sanki birisi “eğer burada dönen dolaplar hakkında birşeyler bulmak istiyorsanız işte bu oda tam sizin aradığınız oda” demek istemişti. Yoksa o kurukafalı resmi başka niye asmışlar bilmiyorum. Kapısını açarken temkinli davrandık ama içerisi boştu. Ve odadaki masanın çekmecelerinde istemediğimiz kadar belge bulduk. Burada yapılan ayinleri, Elmshire’la Greyhawk arasında yapılan kaçakçılık notlarını vs. vs. hepsini ele geçirmiştik. Burada dönen naneler o eski tarikatın tekrar canlandığını ispatlıyordu. Ve bizim Harlinn ile Rhennee Marran’ın da katillerinin bu uğursuz tarikat olduğu belliydi. Artık köyümüze geri dönüp hem bizimkilere hemde Rhennee’lere olayları açıklamanın zamanı gelmişti.

O odada bulduğumuz belgeleri Kira cepkeninin iç soldan üçüncü cebine hızlı hızlı yerleştirdi ve artık dönebiliriz dedi. Caleb’le beraber hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerlemeye başlamışlardı. Ben etrafta biraz daha işe yarar ıvır zıvır bulabilir miyim diye arkalarından bakına bakına geliyordum ki vıızzt diye bir ses duyulur duyulmaz yanımızdaki duvara bir ok saplandı. İçimden bir ses bu işin çok kolay olduğunu söylüyordu zaten. Keşke önden gidip daha dikkatli olmalarını öğütleseydim diye düşündüm ama iş işten geçmişti. Tam mağaranın girişinde bir cüce Elinde yayla nişan alıyordu ve hop bir ok daha yan duvara saplandı. Sanıyorum cücelerin nişan yetenekleri boylarıyla paralel gelişme gösteriyor. Yoksa o mesafeden Caleb gibi bir yarmayı ıskalamak için ahmak olmak lazım. Neyse Caleb ve Kira cücenin üzerine doğru koştular. Ben okulda öğrendiğimiz ve daha önce denemeye fırsat bulamadığım savaş ezgilerinden birisini mırıldanmaya karar verdim. Öğrendiğimize göre bu ezginin büyülü bir tarafı vardı ve savaşta arkadaşlarıma yardımcı olması gerekiyordu. Bu beceriksiz cüce karşısında bunu denemenin tam zamanıydı. Ben konsantre olup şarkıyı söylemeye başladım. Şarkı benide kendisine çekmişti sanki. Caleb’in yanıma kadar gelip “Hey Latron, hadi gidiyoruz” demesiyle yeniden kendime geldim. Arada geçen birkaç dakikayı ise hiç hatırlamıyorum. Bununla ilgili birkaç çalışma yapsam daha iyi olacak galiba. Caleb az önce bize saldıran cüceyi bayıltarak ellerinden ve kollarından bağlamış şerife götürmeye karar vermişti. Ve Kira’nın bana yolda anlattığına göre cücenin arkasından bir hobbit (ki bahse girerim o Milton’du) bizimkilere büyü yapmış ama sonuç alamayacağını anlayınca gözden kaybolmuş. Onun için yapılacak bir şey yoktu tabi.

İşte bütün bu hengamelerden sonra köye döndük ve cüceyi şerife teslim ettik. O’da Cüce’yi hapse attı ve Greyhawk’tan gelicek yetkililere teslim edene kadar orda kalacağını söyledi. Biz az sonra Rhennee’lerin kampına gidip onlarada bulduklarımızı anlatıp Sofia’dan lanetini artık kaldırmasını istiycez. Bu küçük görevimiz artık sonuna geldi. Bir daha bu kadar heyecanlı olaylarla ne zaman karşılaşırım bilmiyorum ama şimdi durup düşündüğümde bütün hayatımı bu şekilde geçirebilirmişim gibi geliyor.

No comments: