Thursday, December 25, 2008

Rasimu

8 Planting 591

Sabah kamp alanımızı toparlayıp tekrar yola koyulduk. Akşamüzeri güneş daha batmadan Keyron tepelerine ulaşmıştık. Bir kilise veya ona benzer bir şey arıyorduk. Yolda Ubormetenga bana gittiğimiz yerin Mayaheine diye bir tarikata ait olduğunu söyledi. Denilene göre Mayaheine önceden Pelor’un hizmetinde olan çok güçlü bir Paladinmiş. Sonra kendisini iyice Pelor’a adamış ve bedenen öldüğünde yoldaşları onun ruhunun tanrıların katına yükseldiğini söylemişler. Mayaheine’ler o günden beri tanrı/liderlerinin çizdiği yolda yani doğruluk ve iyilik yolunda kötülüğe karşı savaşmışlar. Ubormetenga sayılarının az olduğunu ama gerçek güçlerinin tam olarak bilinmediğinden bahsetti. Gittiğimiz tapınakta Mayaheine’lerin gizli tapınaklarından birisiymiş. Yerini şeytan Ubormetenga’ya tarif etmiş. Ben Ubormetenga’yı yakalmışken elbette hemen “O şeytan o kadar güçlüyse neden gelip kendisi almıyor baltasını” diye sordum. Meğerse bizim boynuzlu Hassirak efendi Mayaheine tapınağından içeri giremiyormuş.

Tapınağın girişi tepeleri yaran vadinin ortasında belli belirsiz gözüken bir çatlaktan içeriye doğruydu. Ben bir önceki tapınak maceramızı hala unutmadığımdan temkinli temkinli ilerliyordum. Zaten temkinli olmayanın da aklına şaşarım. Tapınak dediğin yerde büyüyle uğraşan birileri kesin yaşıyordur. E tabi büyünün insanı ne hale getirdiğini anlamak içinde Ubormetenga’ya yüzüğünü severken bakmanız yeterli. Ama bizim güzel grubumuz pek öyle temkinden falan anlayan bir grup olmadığı için önde iki cengaver Caleb ve Valost paldır küldür ilerliyordu. Keyla seri adımlarla sağı solu kolaçan ediyor, yerde tuzak falan var mı diye bakınıyordu. Biz böyle böyle devam ederek tapınağın girişini epeyce geçmiştik. Etrafta Pelor ve Mayaheine simgelerinin kazılı olduğu eski taş oymalar yarı kırık yarı sağlam göze batıyordu. Gidilecek tek istikamette dar bir yol vardı bizde ikişerli ilerliyorduk. Çok geçmeden gökgürültüsü gibi bir ses duyuldu “Gidin Burdan”. Artık biraz sonra başımıza birşey geliceği o kadar açıktı ki!

Nihayet muhtemelen hepimizin gelsinlerde artık işimize bakalım dediği tapınak gardiyanları göründü. Ben ilk bakışta hiçbirşeye benzetemedim. Valost ve Caleb’in suratlarındaki ifadedende “Bunlar ne ya?” sorusu açıkça okunuyordu. Keyla hemen soluna sekerek ok için kendine bir görüş açısı sağlamıştı. Ubormetenga “Bunlar olsa olsa air elemantel varlıklardır ama fazla bir bilgim yok” demeye kalmadı iki gardiyan bulut gibi süzülerek Valost ve Caleb’in karşısına geldiler. 5 dakika sonra ise gösterişleri kadar matah birer koruyucu olmadıkları belli olmuştu. Kılıcın soğuk çeliğini yeteri kadar tadınca Püf diye kayboldular. Yolumuz şimdilik açık gözüküyordu. İlerlemeye devam ettik. Ve günün adamının karşısına çıkana kadarda ilerledik.



Mayaheine’ler Ruhyiyen baltasının ne kadar önemli olduğunu elbette biliyorlardı. Onu bu tapınakta sonsuza kadar hapsetme niyetindeydiler. Bu tapınağın yeri yaşayan çok az canlı tarafından biliniyordu ama bir canlı sayılmayan ve balta’yı açgözlülükle arzulayan şeytan Hassirak’ta bu bilgiye sahip olanlar arasındaydı. Ve işte bizde o yüzden burdaydık. Karşımızda ise Mayaheine’lerin Ruhyiyen’i koruması için görevlendirdiği bir şey vardı. Bu şey köpek başlı bir savaşçıydı. Ve ömrümde gördüğüm en çirkin şeydi. Hassirak ve bunu yanyana koysanız, yemin ediyorum Hassirak’a tanrı diye tapardınız. Ama bununla beraber iki eliyle kavradığı devasa kılıcıyla bu Mayaheine müridi kavga etmek istemeyeceğiniz türden bir yaratıktı. Ve konuşunca gerçektende kavga etmek istemediğimiz anlamamız gecikmedi.

Adının Rasimu olduğunu ve oradaki görevini söyledi. Bizde kim olduğumuzu ve oraya neden geldiğimizi anlattık. Hayatını ve sonrasını iyilik yoluna adamış bir dinin tapınağına girip bir şey zorla alamazdık ve bir yolunu bulmak zorundaydık. Rasimu konuşurken Hassirak’ın tapınağa girmeye gücünün yetmediğini, buranın korunduğunu söyleyince aklımıza yavaş yavaş bir fikir gelmeye başlamıştı. Eğer şeytan buraya giremiyorsa belkide bebek burada güvende olacaktı. Bebeği buraya getirebilir miyiz diye sorduğumuzda bir iyi birde kötü cevap aldık. İyi cevap bebeği tapınağa getirebileceğimiz ve burada güvende olacağı yönündeydi. Kötü olan ise buraya birdefa giren bir daha çıkmamalıydı. Bizim için ise bir istisna yapılabilirdi. Çünkü sonucunda bizde iyilik yoluna bir adım atmaya çalışıyorduk. Kendi aramızda da biraz tartıştıktan sonra herkes için en iyi çözümün –en azından şimdilik- bebeği ve ailesini yani Kesterem ve eşini ikna edip tapınağa getirmek olacağı hususunda anlaştık.


Kararımız verdik ve Elmshire’a dönmek üzere yola çıktık. Dışarda kalacağımız gecelerde olduğu gibi gene bir nöbet sırası oluşturduk ve sıra bende. Ben ise titreyen kamp alevinde bu satırları yazıyorum. Umarım etrafta yaklaşan bir tehlike yoktur. Biran önce köye dönüp tapınağa geri gelmeli sonra tekrar Elmshire’a gitmeliyiz. Günler geçiyor ve Caleb ya evlenecek yada lanetlenecek. Paladin Zander bizimle köyde bir daha görüşecek. Hassirak ise…….Bir şeytanı ne kadar kandırabilirsiniz ki?

Wednesday, December 24, 2008

Bize Yollar Gözüktü

Ubormetenga’nın dediğine göre bu şeytan cinsi mahlukat hepimizi bir kertede un ufak edebilecek kudretteymiş. İstediği Ruhyiyen adındaki baltada, şeytanın öldürdüğü canlıların ruhlarını İblislere karşı olan savaşlarında kullanmak üzere kendi ordularına katmaya yarayacak bir silah. Ubormetenga donuk bir sesle “Bu şeytana o baltayı verirsek anında hepimizi doğrar ve ruhlarımız kalan yıllarını İblislere karşı karanlık dehlizlerde savaşarak geçirir” dedi. Açıkçası yapılması gerekenin ne olduğunu tam kestiremiyorduk. Kesterem’e verilmiş bir sözümüz vardı, ama bu sefer boyumuzdan büyük bir işe kalkışıyormuşuz gibi hissediyorduk. Genede ne olursa olsun en azından Ruhyiyen’in bulunduğu Mayaheine tapınağına gitmeye karar verdik.

Kesterem’in evinden çıkınca öğleden sonra yola çıkarız diye anlaştık. Bu arada Valost bizim Elmshire’ın emektar berberi Hairus’a saçlarını sakallarını güzelce bir kestirmeye gidecekti. Ubormetenga’da “saçlarım, boyalarım nerdeydi” diye mırıldanarak uzaklaştı. Bende eve gitmeye hazırlanıyorken aklıma bugün Tambuçukluk’ta bizimle görüşmek istediğini söyleyen Paladin Zander’le olan randevum geldi. Acele acele oraya gittim.



Ubormetenga tapınakta bulduğu mektup ve belgeleri bana teslim etmişti. Bir paladinle yüzyüze gelmek istemediğini –haklı olarak- belirtip konuşmayı benim yapmamın daha iyi olacağı söylemişti. Paladinle benim görüşmem konusunda Caleb’le de anlaşmıştık. Bende Tambuçukluk’a gittim. Bugün son zamanlarda ezilmediğim kadar ezildiğimi söylemiş miydim? Zander tabiri caizse kapı gibi bir paladindi. Ben kendimi tanıtır tanıtmaz buyuran bir ses tonuyla “Ben üç kişi ile birden görüşmek istiyorum, çağır gelsinler” dedi. Her ne kadar “onların işi var, hem belgeler bende, ben konuşayım neyse” dediysem de Zander bir anda konuyu kestirip attı ve ben ne olduğumu bile anlamadan kendimi Ubormetenga ve Caleb’i ararken dışarda buldum. Açıkçası önce bir şeytan sonrada bir paladin tarafından bu denli bastırılmış olmak gururumu incitmişti. Bizimkileri buldum ve tekrar Paladin’in yanına döndük. Ubormetenga kendisini Kira Rannos diye tanıtmıştı. Kısa bir görüşme yaptık ve Paladin 10 gün içerisinde tekrar köyde buluşmamız gerektiğini, Greyhawk’ta konuyla ilgili açılacak soruşturma sonucunda mahkemede bize ihtiyaç duyulabileceğini söyledi. Bizde köyün dışında ufak bir işimiz olduğunu ama 10 gün sonra köye geri döneceğimiz sözünü vererek hazretin huzurundan ayrıldık. Valost’un yanına gittik, Keyla’yı aldık ve tapınağa doğru yolculuğumuza başlamak üzere Jemeal’i hazırladık.

Bütün gün kâh sohbet ederek kâh tempomuzu arttırarak ilerledik ve uygun biryer bularak kamp yaptık. Nöbet sırası bendeyken bize doğru gittikçe artan bir gürültü ve belli belirsiz ışıklar farkettim. Hemen usulca gruba doğru seslendim. Gelenlerin bir avuç ork olduğu anlaşılır anlaşılmaz combat düzeni almıştık. Küçük arbedenin ayrıntılarına girmeyeceğim ama bu combat esnasında gün içerisindeki bastırılmış Latron’un patladığını, cesurca ileri atılarak şu kısa hayatında aldığı ilk canı çetelesine gururla eklediğini belirtmezsem olmaz. Okumu tam isabet ettirmemle sefil bir orkun viyaklayarak kanlar içerisinde yere devrilmesi bir oldu. Ortalık sakinleştikten sonra koca kılıcıyla Caleb, yanında kurduyla Valost, gözlerindeki delilikle Ubormetenga ve öldürücü güzelliğiyle Keyla beni teker teker kutladılar. Gün içerisinde bünyemi saran o iğrenç ezilmişliği atlatmamda onların payınıda burada vermem gerek. Çabuk oluşturduğumuz bu güzel arkadaşlığımız giderek birbirimize hayatlarımızı emanet ettiğimiz bir yoldaşlığa dönüşüyor. Ve ben bu dönüşümden tahmin etmedikleri kadar çok mutluyum.

Wednesday, December 17, 2008

Hassirak ve Ruhyiyen

7 Planting 591

Az önce öldürdüğüm Ork’un çığlıkları hala kulaklarımda çınlarken bu satırları yazıyorum. Halfling bir Bard olarak korkusuzca atıldığım çatışmada üzerime düşeni her zamanki gibi yerine getirdim. Ama bu günün en son olayı. Ben yine sabahtan başlayarak kayıtlarımı aksatmadan aktarayım.

Önceki gece Balart’ın Kesterem’in mutlaka bizimle görüşmek istediği haberini vermesi sabah yolumuzu ilk olarak oraya çevirdi. Kesterem’i babamla ziyaret ettiğimizde yüzündeki donukluğun ardından birşeylerin çıkacağı muhakkaktı. Neler olup bittiğini merak ede ede oraya gittik. Merakımızın cevabını fazlasıyla aldık sayılır. Kesterem bizi kapıda karşılayarak içeri aldı. Yüzü hem korku hemde üzüntü doluydu. Başına gelenler gerçekten çok fenaydı. Bu hikayenin bir yerinden bulaşmış olmak benide fazlasıyla rahatsız ediyor aslında ama bir anda kendimizi geri dönüşü olmayan bir yolda bulduk galiba. Sonunda başımıza büyük bir iş açılmazsa iyidir.

Uzun lafın kısası olay şu. Kesterem’in dedesi dışarlıklı bir varlıkla, bir tür şeytanla, yıllar önce bir anlaşma yapmış. Anlaşmaya göre 3. kuşak doğacak ilk bebeği şeytanın alması karşılığında aileye mal mülk ve zenginlik sağlayacakmış. Ailenin yıllardır bolluk ve sefahat içinde yaşıyor olmalarının açıklaması bu. Ama işte Kesterem’in geçen ay doğan çocuğu, bu anlaşmada önceden rezerve edilen 3. kuşak çocuk. Şeytan, Kesterem’le konuşup çocuğu tek bir şartla almayacağını, bu şartında Keyram Tepelerinde konuşlanmış Mayaheine tapınağında korunmakta olan Ruh Yiyen isimli Baltayı getirmesi olduğunu söylemiş. Kesterem bize bu işi yaparsak 500 altın vermeyi kabul edince tabi hemen aklımıza Caleb’in başlık parası için bulmamız gereken 400 altın geldi ve belkide aceleci bir kararla olur diyiverdik. Hadi elin iblisinin baltasını getirmeye olur dedik tamam ama daha niye işi uzattık bilmiyorum. Bizim orda aklıselim davranıp Kesterem’lerin malikanesinden çıkmamız gerekirken benim yarı deli arkadaşım Ubormetenga ben şeytanla konuşmak istiyorum diye tutturdu. Sen şeytanla niye konuşuyorsun, otursana yerine?

Unutmaya çalıştığım çok kötü bir deneyim oldu benim için. Ubormetenga şeytanlar hakkında bilgisi olduğunu, konuşursa faydalı olabileceğini ama sadece ve sadece kendisinin konuşması gerektiğini söyledi. Ben zaten üzerine para versen konuşmam. Caleb, Valost, Keyla ve Ben avluyu gören pencereleri olan bir odaya çıktık. Kesterem’de şeytanı çağırmaya yarayan siyah bir taş vardı ve onu kullanarak şeytanı çağırdı. Karşımızda gördüğümüz şekil kanatları olan ve belkide yeryüzünde olamayacak kadar yakışıklı bir erkek suretiydi. Görünür olur olmaz ben ciğerlerimin ezildiğini hissettim. Varlığının ağırlığını bütün bedenimde hissediyordum. Daha fazla bakamayacağıma karar verip oturdum, sırtımı duvara dayadım. Ubormetenga ile konuşuyorlardı. Sesini bile duymak istemiyordum. Keyla büyülenmiş gözlerle şeytana bakıyordu. “Çok yakışıklı” dediğini farkettim. Dehşete kapılmıştım çünkü pencerenin yarısı açıktı ve Keyla’nın oradan uzanıp şeytana birşeyler söylemeye çalışacağını anlamıştım. Neyseki Valost hemen onun yanındaydı ve O’da Keyla’nın yapmaya çalıştığı şeyi farketmişti. Hızlı ve sert bir hamleyle kolundan tutarak kendisine çekti ve uzanarak pencereyi kapattı. Bütün bedenim ağır bir ruhun altında eziliyormuş gibi hissediyordum. O halde ne kadar kaldım bilmiyorum. Ubormetenga’nın konuşması bitince şeytan gitti ve nihayet normale döndük.

Ubormetenga yanımıza gelince önce bir şey söylemedi. Kesterem’in yanından ayrılır ayrılmaz bize döndü ve “Arkadaşlar, korkarım başımız büyük belada” dedi. Ama yüzüne baksaydınız bundan garip bir mutluluk duyduğunu anlardınız.

Sunday, December 14, 2008

Düello mu Düğün mü?

Valost ve Kira'yla beraber kampta dolaşırken Caleb'i gördük. Caleb bizi görünce –daha doğrusu gözleriyle Kira'yı süzdükten sonra – kafasını çevirerek yanındaki kıza döndü. Yanındaki kız Rhennee'lere benzemiyordu ve bir insan için oldukça güzeldi. Biz yanlarına gittiğimizde ise Caleb soğukça selam verdi. Neler olup bittiğini anlamaz bir şekilde Kira'ya döndüm. O bana "Latron, seninle bi ara konuşmamız lazım" der demez Caleb "Evet Latron Kira'nın seninle konuşması gerekiyor, ah pardon Ubormetenga'nın seninle konuşması gerekiyor" dedi. Ubormetenga ismini bir yerde duymuştum ama…

Kısa gerginlik anının sonunda Kira Valost'u tanıştırdı. Caleb'de yanındaki kızı. Kızın ismi Keyra imiş. Söylediğine göre bir hırsızın peşindeymiş. Bir çeşit kelle avcısı sanıyorum. Bu kadar güzel bir kızın para kazanmak için böyle bir yolu seçmiş olması ilginç gerçekten. Aradığı adamın kaçmasına Rhennee'lerin yardım ettiği söylentileri üzerine buraya gelmiş ve Caleb'le karşılaşmışlar. Keyra'nın da Caleb'le eski arkadaşız demesi üzerine "Noluyor yahu" diye içimden geçirmedim değil. Bu kadar tesadüf çocuk masallarında olur dersiniz.

Tanışma faslı bittiğinde Kira benim yanıma gelerek anlatması gereken birşeyler olduğunu söyledi. Ayaküstü yaptığımız sohbette kendisinin gerçek adının Ubormetenga olduğunu, Kira'nın daha önce öldürdüğü bir büyücü olduğunu, bu ismide Valost'la birlikte yaşadıkları eski bir macera sonucu arandıkları için izini kaybettirmek üzere kullandığını söyledi. Rhennee'lerin kampına gelen muhafızların Ubormetenga adında bir suçluyu aradıklarında Kira'nın neden ortadan kaybolduğunu anlamış oldum böylece. Caleb'de kendisine yalan söylenmiş olmasından dolayı huysuzluk çıkartmıştı besbelli. Açıkçası benim pek umurumda olmadı. Kira bugüne kadar benim için ilginç ve biraz deli bir dosttan başka bir şey olmadı. Hem zaten tiksinmişim Greyhawk'ın kanunlarından, muhafızlarından. Hangimiz sütten çıkmış ak kaşığız ki?

İşte ben hem olanları tartmaya çalışıp hem Kira'yla konuşurken(Ubormetenga demeye alışmam lazım) bir anda Rhennee'lerden birisi hızlı adımlarla Caleb'e yaklaşıp saldırdı. Rhennee genç "Marista'yı kirlettin, öldürücem seni, kirlettin onu" diyerek bağırmaya başladı. Hepimiz ne olduğunu anlamaya çalışırken Valost kollarını kaldırdı ve neşeli bir şekilde "Düelloooo" diyerek bağırdı. Ortalık bir anda cümbüş yerine döndü. Caleb'le rakibinin etrafında hemen bir halka oluşturulmuştu ve Rhennee'lerde Valost'a ayak uydurup düello düello diye bağırmaya başlamışlardı. Ama tabi aramızda kimse Caleb'in ayı gücünü hesaba katmamıştı. Çünkü biz düello beklerken ortaya çıkan görüntü şöyleydi, Caleb üzerine saldıran Rhennee'yi el bileklerinden yakalamış, kollarını kullanamaz hale getirmiş, etrafta ne olduğunu açıklayacak birilerini arıyordu. Rhennee adam ne kadar çabalarsa çabalasın kendisini Caleb'den kurtaramamış ve Marista'yı kirlettin diye ağlamaklı hale gelmişti. Tam şimdi ne olacağını düşünürken arkalardan gene o tanıdık sesin haykırışını duyduk; Valost bu seferde "Düğüüüüüüün" diye bağırıyordu. Ben Caleb'in içinde bulunduğu durumda biraz zaman kazanmak için yanımda taşıdığım mandolinimi çıkartarak hemen keyifli bir şarkıya başladım. Az önce Caleb'in bizi tanıştırdığı Keyla'da artık durumu kurtarmaya çalışmak için mi yoksa sadece oynamak istediği için mi bilemiyorum ama hemen dansetmeye başladı. Müziğin sesini duyan Rhennee'lerde kendilerini yavaş yavaş kaptırmışlardı. Bu arada Ubormetenga içki şişelerinin yerlerini keşfetmiş Valost'a göstermiş Valost'ta bulabildiği bütün içki kasalarını taşımıştı. Elden ele geçen içki şişeleriyle artık ortam birileriyle konuşabileceğimiz hale gelmişti.

Kampın reisi Tarvask'ın yanına gidip neler olup bittiğini sorduk. Bize kendisinin yapabileceği bir şey olmadığını, Marista'nın yengesinin Caleb'le Marista arasında geçenleri öğrendiğini ve işi namus meselesi haline getirdiğinden bahsetti. Ve işin en delice kısmı Rhennee geleneklerine göre Marista'nın yengesine 400 altın başlık parası vermemiz gerekiyormuş. Hepimizi silkelesek o kadar para çıkmayacağını bildiğimizden Tarvask'tan parayı bulmak için süre istedik. Tabi işin başında bu süreyi aldıktan sonra bir daha geri dönmeyi kimsenin düşündüğünü zannetmiyorum ama Rhennee'lerin bilgesi Sofia Caleb'e bir lanet okuduğunu ve 10 gün içerisinde geri dönmezsek bunun sorumlusunun kendisi olmadığını belirtir belirtmez işin ciddiyetini iyice anladık. Artık bu işi halletmek için 10 gün süremiz var. Ama elbette Valost'la birlikte uygulamaya koymak için ilk adımlarını attığımız planımızı gerçekleştirebilirsek işin içinden Caleb'i muhteşem bir şekilde çıkartmayı başarıcaz. Bu planın ne olduğu ise şimdilik sürpriz olarak kalsın. Olmazsada Marista'dan güzel gelin mi bulucaz, alırız gider.

Bütün bu telaş bittiğinde bizim köye gidip orda kalmaya karar verdik. Köy yolundan sallana sallana gelirken bu sabah yeni doğan çocuğu için ziyaretine gittiğimiz Kesterem'in yıllardır yanında çalışan Balart'ı gördük. Oda bizi aradığını söyleyerek yanımıza geldi. Kesterem yarın mutlaka beni görmeliymiş ve çok önemliymiş. Sanıyorum bişeyler daha söyledi ama kampta içtiğim içkiler yüzünden tam olarak hatırlamadığım yerler var. Neyse bu gün ne zamandır özlediğim hareketliliği yaşadığım için mutluyum. Üç kişilik küçük grubumuz bu gece beş kişi olarak uyuyorlar. Benimle birlikteyken güvendeler.

Tuesday, December 2, 2008

Yeni Hareketlilik

6 Flocktime 591

Ve işte ortalık nihayet hareketlenmeye başladı. Zaten benimde canım sıkılmaya başlamıştı. Yani aslında canımın sıkılmasını gerektirecek gözle görünür bir şey yoktu ama hem Greyhawk’ın o kalabalık keşmekeşinden hemde buraya gelir gelmez yaşadığımız maceranın heyecanından sonra bütün gün aylak aylak gezmek garip geliyor. Ayrıca zaten yanınızda Kira gibi deli bir büyücü ve Caleb gibi eliyle şeyinin ayarı olmayan bir dövüşçü varsa hareketsiz geçireceğiniz günlerde sayılı oluyor mecburen.

Bu sabah kahvaltıda babam bizim Elmshire’da bulunan tek insan ailesi olan Kesterem’lerin bir çocuklarının olduğundan, onlara bir ziyaret için uğramamız gerektiğinden bahsetti. Benim niyetim Rhennee’lerin kampına gitmekti ama Kesterem’lere de bir uğramak lazım olduğundan önce onların kapısını çalmaya karar verdik. Evden çıkar çıkmaz bizim şerif Sandy’le karşılaştık. O da benimle konuşmaya geldiğini söyleyince ayak üstü Greyhawk’tan Zender adında bir Paladin’in tapınakta bulduğumuz belgelerle ilgili olarak bizimle görüşmek istediğini söyledi. Zender yarın öğlen Tambuçukluk hanında bekliyecekmiş. Şerife teşekkür edip Kesterem’lerin malikanesine gittik. Genelde kalabalık olan avluda kuş uçmamasının yanında Bay Kesterem’de bizi kapıdan buyur bile etmedi. Suratı ölü gibiydi zaten, bizde pek anlam veremesekte ısrar etmedik. Ne olup bittiğini sordum ama yok bişey falan diyip geçiştirdi. Neyse çıkacak bir koku olursa bişekilde benim burnuma gelir zaten. Bende babamı eve gönderip Rhennee’lerin kampına doğru yürümeye başladım. Ne zamandır bizim Kira ve Caleb’le oturup muhabbet edememiştik. Özlemiştim resmen adamları.

Rhennee’lerin kampına gittiğimde uzaktan Kira’yla beraber esmer bi adamın geldiğini farkettim. Bu adam Caleb kadar iri yarı değildi ama kolları ve bacaklarının epey kuvvetli olduğu belli oluyordu. Hemen arkasından bir kurtta onu takip ediyordu. Kurtların evcilleştirilebildiğini bilmiyordum. Ama en komiği garip görünüşlü bu adamın iki elinde de sopa vardı. Yani bildiğin tahta sopalar. Hayır Elmshire’a gelip bizim bunak belediye başkanına saldırmayacaksa o sopalarla ne diye etrafta geziyor bilmiyorum doğrusu. Hehehehe… Kira, saçı sakalı birbirine girmiş üzerinde de deri bir dondan başka bişey olmayan bu adamın yanında heyecanlı heyecanlı konuşuyordu. Nihayet karşı karşıya geldiğimizde adamın adının Valost olduğunu ve çok eski arkadaş olduklarını söyledi. Böylece Valost Thorondor’la tanışmış oldum. Elimi sıktı, güven veriyordu.

Monday, December 1, 2008

Armağan

5 Flocktime 591

Bugün benim için önemli bir gün. Şu kısa ömrümde aldığım belkide en güzel hediyeyi aldım. Babam sabah odamın kapısını çalarak içeri elinde ciltli bir defterle girdi. Akşamları kenarı çekilip notlar aldığımı farketmiş ve deposunda sakladığı bu defteri bana vermeye karar vermiş. Defter eskiden beri bu yörelerin en güzel şarabını yapan babamın şarap gönderdiği Greyhawk’lı büyücü Tenser’in babama bir armağanıymış. Söylediğine göre defteri açıp ilk sayfasına ismini her kim yazarsa defter ona bağlanacak ve kaybolsa bile sahibine birşekilde geri dönecekmiş. Babamdan güzel ciltli bu defteri heyecanla aldım ve hemen açarak ismimi ilk sayfaya güzel harflerle yazdım. Saatlerdirde Greyhawk’tan ayrılmadan hemen önce tutmaya başladığım günlük notlarımı buraya aktarıyordum, nihayet bitti. Defter artık benim bir parçam. Ömrümün sonuna kadar bu defter en gizli sırlarımı bilecek, en sessiz fısıltılarımı duyacak, en neşeli şarkılarımı söyleyecek. Bu defter ömrümün sonuna kadar ben kimsem o olacak.

Neşeli Günler

28 Planting 591

Bu aralar sana fazla vakit ayıramıyorum günlük kusura bakma. Ama hem anlatacak çok fazla bişey yok, hemde sağda solda ufak tefek şeyler peşinde koşturmaktan anlamadan günler geçiyor. En son Rhennee’lerin kampına gideceğimizi söylemiştim. Dediğim gibi bizim köyden hemen hareket edip, hem bulduklarımızı paylaşmak hemde köyümün lanetini kaldırtmak için Rhennee’lere gittik. Kampta Sofia’nın yanına gidip konuşarak durumu ve bulduklarımızı anlattık. O da artık bizim köyün Marran’ın öldürülmesiyle bir alakası olmadığına inanarak koyduğu laneti kaldırdı. Kira daha sonra Sofia ile yalnız bişeyler konuştu. Bu çocuğun, büyüyle ilgili herşeye burnunu sokmaktan, bir gün başına bir iş gelicek ama neyse. Caleb’i zaten o geceden sonra çok az gördüm. Muhtemelen gece gündüz demeden Marista denen Rhenne hatunla birlikte oluyordur. Ha hakkını yemeyelim güzel kız, ama gel gör ki Caleb’in bir kızın peşine takılacak bir tip olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Bir sevindirici haberde Jamael’in küçük grubumuza geri dönmüş olması. Rhennee’lerin iddiasına göre bizim bıraktığımız yerden kaçmış, sonra da kendi kendine geri dönmüş. Höh. Hayvancağıza ne yaptıkları yürüyüşünden belli. Ama ne yalan söyleyeyim çokta mutsuz görünmüyordu. Bende işte bazen Rhennee’lerin kampında bazen bizim köyde kalıp bu günlerde hoşça vakit geçiriyorum. Bizim köyde kaldığım zamanlarda babama işlerde yardım ediyor, Rhennee’lerin yanında ise denizle ve gemicilikle ilgili küçük numaralar öğreniyorum. Rahata alışmaya başladım sanırım. Bu rahat pek hayra alamet olmasada şimdilik keyfim yerinde.

Ha az daha unutuyordum, geçen gün Rhennee’lerin kampının girişine baştan aşağı silahlı birkaç muhafız geldi. Muhafızlarda yanlış tanımadıysam Greyhawk üniformaları vardı. İçlerinden birisi öne çıkarak “Ubormetenga” adında bir katili aradıklarını söyledi. Tarvask adamla inceden alay edip, birazda postasını koyarak burda öyle biri yok, olsada burda size vericek kimse yok diyerek muhafızları geri gönderdi. Bütün Rhennee’lerle beraber Tarvask’ı neşeyle alkışladık. İşin ilginç tarafı ise muhafızlar gelirken Kira’yla sohbet ediyorduk, sonra bir anda ortadan kayboldu. İki gündürde hiç görmedim. Gene bir yerlerde çalı çırpı yakıyordur kesin.