Friday, November 28, 2008

Tarikat ve Tapınak

26 Planting 591

Nihayet birkaç gündür yaşadığımız küçük maceramız sona erdi. Bugün bizim için oldukça hareketli, şaşırtıcı ve uzun bir gün oldu. En iyisi anlatmaya en baştan başlayayım.

Sabah çayırlarda uyandıktan sonra araştırmamıza biraz daha devam ettik. Bu sefer gece bulduklarımıza ek olarak kovukların birinde bir adet Furyondy parası bulduk. Bunun önemli olabileceğini düşünerek saklamaya karar verdik ve etrafa biraz daha bakınarak çayırları terk ettik. Aklımızda ilk iş olarak Harlenn’in abisi Tomlinn’le konuşmak vardı. Artık bütün bu bilinmezlikler canımızı sıkmaya başlamıştı ve bir yerlerden bir ipucu bulmazsak ilerleyebileceğimizi sanmıyordum. Böylelikle Tomlinn’in kapısını çaldık.

Tomlinn ailesi hakkındaki gerçeği anlatınca yavaş yavaş parçalar birbirini tamamlamaya başlamıştı. Anlattığına göre Tomlinn daha gençken ve Harlinn henüz bebekken aralarında hobbit bir İuz rahibi olan bir grup Rhennee köyün dışında kendilerine bir tapınak inşa etmişler ve orada ayinler düzenlemeye başlamışlar. Köy halkının ne ilgisini nede dikkatini çeken bu garip tarikat bir gün bir ayinlerinde İuz’a kurban olarak iki hobbit seçip onları tapınakta katletmişler. Bu iki talihsiz köylü Tomlinn ve Harlinn’in ailesiymiş. Bu vahşi cinayetten sonra köylüler neler olup bittiğini farketmiş ve tapınağı basarak öfke dolu bir biçimde herşeyi yerle bir etmişler. Ancak olayların elebaşı olduğuna inandıkları İuz rahibi Milton Merrifoot bir şekilde kaçmayı başarmış. Tomlinn kendisininde şerifle beraber o baskında en ön saflarda yer aldığını buruk bir gururla anlattı. O günden beride o tapınak kullanılmıyormuş. Tabi en son kimin ne zaman gidip kontrol ettiğini bilmediğimiz için bu son bilgi biraz şüpheli. Tomlinn daha sonra köyü terk etmiş ve Greyhawk savaşlarında İuz’a karşı savaşmış. Bir hobbitten beklenenin, evinde yas tutup hayvanlarını otlatması olduğu halde hemde.

Bu konuşmalardan sonra yapılacak en iyi şeyin o eski tapınağa gitmek olduğu açıktı. Sanıyorum hepimizin içinde orada bişeyler bulmak ümidi vardı. Heyecanla gereken birkaç şeyi alarak hemen yola koyulduk. Tomlinn yıllardır köye ayak basmamış olmasına rağmen tapınağın yerini sanki henüz oradan dönmüş gibi tarif etti. Nihayetinde O’da bir Elmshire’lıydı. Ve Elmshire’lıların arasında benim için çok saygın bir yeri vardı artık.

Fazla uzun sayılmayacak bir yoldan sonra eski tapınağın kapısına geldiğimizde içeri girmek için sabırsızlanır haldeydik. Giriş çok karanlıktı. Bir ses gelip gelmediğini kontrol etmek için dikkat kesildik ama çıt çıkmıyordu. Yavaş adımlarla o karanlıkta ilerlemeye başladık. İlk dar koridorun duvarlarında hep o soğuk taş hissi vardı. Öylece birkaç metre sonra sahanlık gibi bir alana geldik. Yolumuzu kapatan koskoca bir kaya kütlesi vardı. Sağını solunu inceleyince bunun bir kapı olduğunu anlamıştık ama açmak için gereken mekanizmasını bir türlü bulamadık. Kesin büyülü falan bişeydi o. Yoksa ben onu elimle koymuş gibi bulurdum. Neyse tam kara kara nasıl açacağımızı düşünüyorken Caleb o ayı gücüne güvenerek kayayı itmeye başladı. Yani Caleb’in cüssesine bakınca kuvvetli olduğunu anlıyorsunuz ama o kocaman kayanın nasıl zangırdadığını görseniz muhtemelen korkardınız. Birkaç denemeden ve bizimde pek işe yaramayan yardımlarımızdan sonra kapı çataaaa çutaaaa sesleriyle açıldı. Calebin kollarında damarlar patlayacak gibi şişmişti. Tam bir ayı.

Açılan kapıdan içeri girmeden önce ben grubun arkasını tapınağın girişinden gelecek tehlikelere karşı koruma güdüsüyle geride kaldım. Bu yüzden üzerimize saldıran etleri çürümüş iğrenç görünümlü üç köpek mi kurt mu ne allahın belası şeylerse onlar Kira ve Caleb’le burun buruna geldiler. Ben hemen Crossbow’uma davranıp arkadan gördüğüm ilk canlıyı indirmek üzere nişan alarak beklemeye başladım. Arada da göz ucuyla bizimkileri izliyordum. Görebildiğim kadarıyla Caleb iki eliyle kaldırdığı kılıcını bir köpeğin ağzına sokuyor, Kira ise gözleri yarı açık yarı kapalı birşeyler mırıldandıktan sonra ellerinden önünde olmak istemeyeceğiniz alevler çıkartarak köpek çevirme yapıyordu. Tam o anda üçüncü köpeğin Caleb’i beklemediği bir anda mide boşluğundan ısırdığını gördüm. Caleb sendeleyerek dengesini kaybetti, sanırım zırhı delinmişti. Buna rağmen tekrar kendini toparlayarak köpeğin hakkından gelmeyi başardı. Gerçekten çok kuvvetli bir adam. Bende artık arkadan bir tehlike gelmeyeceği belli olunca yanlarına gittim ve Caleb’in yarası için küçük bir iyileştirme büyüsü yaptım. İyi gelmiş olacakki yüzüne renk geldi.

Etrafında birkaç küçük oda olan bir salondaydık. Odalar çürük etlerle doluydu. Ben kokudan tiksinerek fazla dolaşmadım. Zaten pek görülecek bir şey yoktu. Kira merakla heryeri gezdi. Burada Necromancy ayinleri düzenlendiğini söylediğinde ise hiçbirimiz şaşırmadık. Meşenin orda (muhtemelen ikinciye) öldürdüğümüz Rhennee ve bu köpekler böylelikle açıklanıyordu işte. Tapınağın daha içlerine doğru ilerlemeye başladık. Bütün bunların arkasında kimin olduğunu bulmamız lazımdı. Nihayet kapısının üzerinde korkunç olması için uğraşılmış bir kurukafa resmi olan odayı gördük. Sanki birisi “eğer burada dönen dolaplar hakkında birşeyler bulmak istiyorsanız işte bu oda tam sizin aradığınız oda” demek istemişti. Yoksa o kurukafalı resmi başka niye asmışlar bilmiyorum. Kapısını açarken temkinli davrandık ama içerisi boştu. Ve odadaki masanın çekmecelerinde istemediğimiz kadar belge bulduk. Burada yapılan ayinleri, Elmshire’la Greyhawk arasında yapılan kaçakçılık notlarını vs. vs. hepsini ele geçirmiştik. Burada dönen naneler o eski tarikatın tekrar canlandığını ispatlıyordu. Ve bizim Harlinn ile Rhennee Marran’ın da katillerinin bu uğursuz tarikat olduğu belliydi. Artık köyümüze geri dönüp hem bizimkilere hemde Rhennee’lere olayları açıklamanın zamanı gelmişti.

O odada bulduğumuz belgeleri Kira cepkeninin iç soldan üçüncü cebine hızlı hızlı yerleştirdi ve artık dönebiliriz dedi. Caleb’le beraber hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerlemeye başlamışlardı. Ben etrafta biraz daha işe yarar ıvır zıvır bulabilir miyim diye arkalarından bakına bakına geliyordum ki vıızzt diye bir ses duyulur duyulmaz yanımızdaki duvara bir ok saplandı. İçimden bir ses bu işin çok kolay olduğunu söylüyordu zaten. Keşke önden gidip daha dikkatli olmalarını öğütleseydim diye düşündüm ama iş işten geçmişti. Tam mağaranın girişinde bir cüce Elinde yayla nişan alıyordu ve hop bir ok daha yan duvara saplandı. Sanıyorum cücelerin nişan yetenekleri boylarıyla paralel gelişme gösteriyor. Yoksa o mesafeden Caleb gibi bir yarmayı ıskalamak için ahmak olmak lazım. Neyse Caleb ve Kira cücenin üzerine doğru koştular. Ben okulda öğrendiğimiz ve daha önce denemeye fırsat bulamadığım savaş ezgilerinden birisini mırıldanmaya karar verdim. Öğrendiğimize göre bu ezginin büyülü bir tarafı vardı ve savaşta arkadaşlarıma yardımcı olması gerekiyordu. Bu beceriksiz cüce karşısında bunu denemenin tam zamanıydı. Ben konsantre olup şarkıyı söylemeye başladım. Şarkı benide kendisine çekmişti sanki. Caleb’in yanıma kadar gelip “Hey Latron, hadi gidiyoruz” demesiyle yeniden kendime geldim. Arada geçen birkaç dakikayı ise hiç hatırlamıyorum. Bununla ilgili birkaç çalışma yapsam daha iyi olacak galiba. Caleb az önce bize saldıran cüceyi bayıltarak ellerinden ve kollarından bağlamış şerife götürmeye karar vermişti. Ve Kira’nın bana yolda anlattığına göre cücenin arkasından bir hobbit (ki bahse girerim o Milton’du) bizimkilere büyü yapmış ama sonuç alamayacağını anlayınca gözden kaybolmuş. Onun için yapılacak bir şey yoktu tabi.

İşte bütün bu hengamelerden sonra köye döndük ve cüceyi şerife teslim ettik. O’da Cüce’yi hapse attı ve Greyhawk’tan gelicek yetkililere teslim edene kadar orda kalacağını söyledi. Biz az sonra Rhennee’lerin kampına gidip onlarada bulduklarımızı anlatıp Sofia’dan lanetini artık kaldırmasını istiycez. Bu küçük görevimiz artık sonuna geldi. Bir daha bu kadar heyecanlı olaylarla ne zaman karşılaşırım bilmiyorum ama şimdi durup düşündüğümde bütün hayatımı bu şekilde geçirebilirmişim gibi geliyor.

Sunday, November 23, 2008

Araştırma


25 Planting 591 - Devam



Kararlaştırdığımız gibi gidip Marran'ın cesedini Şerif'in ofisinden alıp bizim zavallı katırımız Jemeal'e yükleyip Rhennee'lerin kampına geldik. Cesedi Sofia'ya götürdük. Ben Sofia'nın çadırına girmeden dışardaki çapulcu kılıklılardan bir tanesinin Jemeal'e iç geçiren göz süzmeleriyle baktığını gördüm ama birşey diyemeden Caleb kocaman diziyle beni çadırdan içeri itti. İçerde Sofia Marran'ı görünce bi fenalaştı bi ayıldı bayıldı sonrada tıslayan sesiyle bizim köye bi çeşit lanet okuduğunu, bu işi çözdüğümüz zaman laneti kaldıracağını söyledi. Bizim belediye başkanının ağzının tadının ne diye zıkkıma döndüğünüde anlamış olduk. En azından ben anladım. Diğerleri için konuşmayayım.

Sofia'nın yanından çıktığımızda ise korktuğumuz başımıza geldi. Bizim Jemeal'in yerinde yeller esiyordu. Ben içten içe o katırın bi daha bize dönmeyeceğini anlamıştım ama genede elimizden geldiğince bağırıp çağırıp geri almaya çalıştık. Tabiki çabalarımız sonuç vermedi. İçeri girerken gördüğümüz kılıksız herifi ise taa uzakta kuşağını toparlarken gördüm gibi geldi. Çok yazık oldu Jemeal'e.

Köye geri dönünce bizim köyün otlaklarında Harlinn'in hayvanlarını otlattığı yerlerde araştıma yaptık. Bir kaç ipucu bulduk sayılır ama hala parçaların hepsini biraraya getirip mantıklı bir sonuç bulmaktan oldukça uzağız. Anlayabildiğimiz kadar burda bazı eski ağaç kovuklarını depo olarak kullanmışlar. Yapabildiğimiz en yakın tahmin işin içinde bir kaçakçılık hikayesi olabileceği. Ama kim ne getirip saklamış, nereye götürmüş bilmiyorum. Ve bizim zavallı Harlinn'de hayvanlarını otlatırken burda bişeylere şahit olmuş olabilir. Ve görmemesi gereken birşeyler gördüyse de...

Yarın Harlinn'in Tomlinn abisi Furyondy'den buraya geliyor. Onunla konuşmaya karar verdik. Bu iki kardeşin ailesinin yıllar önce bir takım ayin mayin işleriyle uğraştıklarını anlatır dururlardı. Ne olup bittiğini kimsenin doğru dürüst bildiğini ise zannetmiyorum. Abisine ailesinin başına ne geldiğini sorarak öğrenmek en doğrusu olacak. Küçük bi ihtimal ama belki o günlerden kalan bir hesaplaşma olabilir.

Şu anda hala o otlaklardayız. Ben nöbetteyim, Kira ve Caleb uyuyorlar. bir pipo yaktım ve uzaktaki ırmağın üzerindeki yakamozları seyrediyorum.

Bir gece gerçekler ve düşler
Bir gece perilerle çevrili bir bahçe
Unutmak için geçireceğimiz saatler
Bir daha hiç dönmeyecekler.

Thursday, November 20, 2008

Rhennee'ler

25 Planting 591

Bu sabah bizimkiler bize mükellef bir Elmshire kahvaltısı hazırlamış. Ama Kira herzamanki gibi “bir lokma yemek kafi” düsturunu sürdürünce, bende hızlı başlayıp erken tıkanınca, Caleb tabiri caizse masayı bir bütün olarak yedi. Tabi onada hak vermemek elde değil. O cüsseyi faal tutmak için gerekli enerjiyi yitirmemesi lazım. Hele ki salladığı kılıcın boyunun nerdeyse benim kadar olduğunu düşünürsek.

Dün Şerif Sandy'den öğrendiğimize göre Rhennee’lerin Sofia adında kadın bir bilgesi varmış. Şerif, Rhennee lideri Tarvask’ta dahil olmak üzere hepsinin ona çok saygı duyduğunu özellikle belirtti. Bu kadının büyücü olmasının Kira’yı heyecanlandırdığını düşünüyorum. Kahvaltıdan kalkar kalkmaz yavaş adımlarla etrafta gezinip kendi kendine birşeyler mırıldandı.

Neyse yola çıkmadan önce elbette yine benim aklıma katırı ve yükümüzü Elmshire’da bırakmak geldi. Ufakken Rhennee’lerin kaçırdığı çocuklar ile ilgili birsürü hikaye anlatılırdı. Katiller mi değiller mi bilmiyorum ama pek tekin olmadıklarına emindim. Ve tabiki yine haklı çıktım. Az daha Caleb’in kılıcını kaşla göz arasında ütüyorlardı. Tarvask’ın gözlerinin içine bakıp “Biz buraya bıraktığımız kılıcı almadan hiçbiryere gitmiyoruz” derken boyum iki metreye yaklaşmış olmalı ki, telaşla hemen getirdiler.

Rhennee’ler ne söylenenler kadar çapulcu kılıklı ne de beklentilerimizi tümüyle boşa çıkartacak kadar derli toplu. Kendilerine has bir düzenleri var ama bu düzen çoğunlukla dağınıklıktan besleniyor. Elimden geldiği kadar bir resimlerini çizmeye çalışıcam. Hoş okuldaykende şu resim işinde pek başarılı olduğum söylenemez ama neyse.



Bilge kadın ve Tarvask ile yaptığımız görüşmeleri burada uzun uzun anlatmıycam ama netice itibariyle en azından ben kendi adıma diyebilirimki bizim Harlinn’in öldürülmesiyle Rhennee’lerin bir alakası yok. Ve onlar için üzücü bir haber Meşe ağacının orda bize saldıran undeadin Marran olduğunu yüzüğü görünce teyit ettiler. Şimdi Marran’ın cesedini alıp Rhennee’lere geri getirmemiz gerekecek.

Caleb bi ara Marran’ın üzerinden çıkan altınlar için ölünün ailesini bulursak geri vermemiz lazım falan bişeyler gevelemişti. Üzerinden ne kadar altın çıktı diye sorduğum soruyada 25 diye cevap verdi ama yalan söylediği kulaklarından paçalarına kadar belli oluyordu. O kesede en azından 50 altın olduğuna en iyi pipo tütünüm üzerine bahse varım. Ama işin en trajikomik kısmı altınları sahibine verme işini kabul eden Kira’nın kesede hala 25 altın olduğunı zannediyor olması. Bazen Kira mı daha saf yoksa Caleb mi karar veremiyorum.

Evim




24 Planting 591 -Devam-

Bizim köyün şarabını ve tütünü özlemişim. Ayıptır söylemesi buraların en güzel şarabı da bizim bağlarımızdan çıkar. 10 sene önce şu anda baktığım pencereden dışarı bakan birisi göz alabildiğine yeşil bir alanda arı gibi çalışan hobbitler, küfe küfe taşınan üzümler ve mis gibi kokulara şahit olurdu. Ama bizim babalık bütün bu yıllarda organizasyonu tek başına kaldıramadı galiba. Yaşıda epey oldu. Bazen Bard okuluna hiç gitmesem, onun üzerine bütün bu sorumluluğu tek başına yıkmasam daha mı iyi olurdu diye düşünüyorum. Buraların beyefendisi Latron Amarran olurdum belkide. Milnia’nın da Greyhawk’a gidip oralarda üç kuruş para kazanmak için köyünü terk etmesine gerek kalmazdı. Onunla evlenir uzun, mutlu bir yaşam sürerdim. Öyle olur muydu gerçekten? Bu soru artık cevabını hiç veremeyeceğim bir soru. Oysa şu anda cevap bekleyen ve bu sefer cevaplarını verebileceğimiz başka sorular var.

Artık kendimi iyice ilginçleşen bir olayın parçası gibi hissetmeye başladım. Meşenin oradaki küçük kargaşadan bahsediyorum. Elmshire'ın Belediye başkanı Corey Thistlelea'na gittiğimizde adamın iyice uçmuş olduğunu farkettik. Biz ona zombilerden ölülerden bahsediyoruz adam kalkmış yok ağzımın tadı bozuldu yok yediklerimden lezzet alamıyorum birsürü şey anlatıyor. Zaten yemek yemekten Tütünpostacıları’nın domuzları kadar şişmiş hala gırtlak peşinde. Tabi bunun dışında Harlinn’in öldürülmesindeki bütün suçu Rhennee’lerde bulmaktan da geri kalmıyor. Boş boş laflarından sonra Başkandan elle tutulur bir yardım alamayacağımızı anlayınca bizde çareyi şerifin yanına gitmekte bulduk. Bu arada yanımızda muhtemelen iki kere ölmüş bir ceset ve o cesede ait bir kelleyle beraber dolaştığımızıda hatırlatayım.

Şerif Sandy Waterleaf nihayet bizimle mantıklı birşeyler paylaştı. Cesedin kaçırılan Rhennee’ye ait olduğunu söyledi, Rhennee’lerin köye yarım saat mesafede kamp yaptığını anlattı. Oraya gidip gitmemeyi, gidersek kiminle nasıl konuşmamız gerektiğini tartıştık. Sonunda yarın uyandıktan sonra Rhennee’lerin kampına yanımızda ceset olmadan gitmeyi kararlaştırdık. Şerif'in sağduyulu bir adam olması işimize kolaylaştırabilir.

Ve işte bu upuzun günün sonunda evimde, odamda, penceremden dışarı gecenin karanlığına bakıyorum. Bugün yaşadıklarımız, yarın olacaklar falan bunların hepsi küçük bir hiakyenin parçası gibi geliyor. Anlatılacak ve birgün unutulacak olan bir hikaye sadece. Ben ise akılda kalmayı istiyorum. Babamı burada bütün işlerle tek başına bırakıp gitmemde bir yerlerde yaşamış ve yitip gitmiş olan bir buçukluk olarak kalmak istemememden dolayı değil miydi zaten?

Wednesday, November 19, 2008

Gidişim suskun olmuştu ama...

24 Planting 591

Günlük bu sefer yazdıklarıma inanamayacaksın. Nereden başlayayacağımı bilemiyorum. Bir günde o kadar çok şey oldu ki toparlayamayabilirim. Neyse başlıyorum sıkı dur.
Bu öğleden sonra tam bizim köyün girişindeki büyük meşe ağacına yaklaşmıştık ki hayretler içerisinde ağacın dalında birisinin asılı sallandığını farkettik. Baya bildiğin ölü insandan söz ediyorum. Ben en önden korkusuzca koşarak gittim. Niyetim kim olduğunu anlayabilmekti. Yapabileceğim bişey var mı yok mu ona bakıcaktım. Caleb ve Kira endişeli bakışlarla (aslında bildiğin tırsmışlardı) mesafeli mesafeli ilerlerken ben yıldırım gibi ağaca koştum. Tam sallanan ölüye yaklaşmıştım ki bir anda ayağım yerde bulunan lanet olası bir taşa takıldı. Düşerken kafamıda çarptım ve ne göreyim! Okulda aynı derslerde anlattıkları gibi iki tane zombi ağacın yanından bana doğru yürüyorlar. Caleb ve Kira benim düştüğümü görünce benim yanıma geldiler. Bayılmadan hemen onlara arkalarına bakmalarını söyleyebildim. Yoksa sersemlerin başına ne gelirdi kimbilir. Bu ikisiyle ne yapıcam bilmiyorum. Her seferinde mutlaka arkalarını kollayacak birisi olmalı.
Neyse çarpmanın şiddeti fazla uzun sürmemiş olacak ki, bi kaç dakika sonra kendime geldim. Çocukları zamanında uyarmam sayesinde zombilerin hakkından gelmişler. Hatta bir de zombi gibi ama daha çok undeade benzeyen kafası gövdesinden ayrılmış bir ceset daha vardı. Kira’nın elindeki hançere ve gözlerindeki deliliğe baktığımda kafayı onun kesmiş olduğunu anladım. Caleb’inde üstü başı kan içindeydi ama çok şükür kendi kanı değildi. Gözlerimi açar açmaz Caleb’in başsız cesedin cebinden para kesesine benzeyen bişey aldığı gördüm. O kese eğer altın doluysa ve onu kendisine saklamayı düşünüyorsa daha Latron’u tanımamış demektir. Birde kendi kılıcına çok benzeyen ama daha göz alıcı, daha güzel bir kılıç daha vardı, onuda mutlu mutlu beline astı.
Bu kadar karmaşa arasında anlatmayı unuttuğum şey ise şu. Caleb bizim köye neden geldiğini anlattı. Söylediğine göre bizim Harling öldürülmüş. Bununla beraber göçebe Rhennee’lerden de Marran Sarraith isimli birisi kayıpmış. Bizim zaten oldum olası bu Rhennee’lerle aramız iyi değildir. Şimdi de muhtemelen bizim bütün köylü Harling’i Rhennee’lerin öldürdüğünü Rhennee’lerde Marran’ı bizimkilerin kaçırdığını düşünüyordur.
Tabi Caleb’in para kesesini indirdiği cesedin cebinden çıkan ve üzerinde “S” işareti olan yüzükten de bahsetmedim. Ben yüzüğü görür görmez bunun Marran Sarraith’in işareti olduğunu anladım. Yapmamız gereken tek şey vardı, o cesedi katırımıza yükleyip kelleyi de yanımıza alıp bizim belediye başkanını ziyarete gitmek. Bizde öyle yaptık.

İlk Yolculuk

23 Planting 591

Dün gece inanılmaz eğlendik. Bütün gün yol yürümemize rağmen daha kendime yeni geliyorum sanırım. İnsanlara resmen oturdukları sandalyeleri yedirdim. Bazen bu kadar iyi şarkı söylediğimde herşeyi yapabilecekmişim gibi hissediyorum. Güzel Milnia için güzel bir veda oldu. Ama dün gece ile ilgili asıl önemli olay başka. Artık üç kişi ile yolculuk yapıyoruz. Bizim okulda yakın döğüş derslerine asistan olarak gelen Caleb isimli çamyarması bir savaşçı vardı. Dün gece Blue Dragon Inn’e geldi, hemen tanıdık. Soframıza oturdu sohbet ettik. Bir görev için bizim köye seyahat etmesi gerektiğini söyleyince Kira’yla kahkahayı patlattık. Biraz bozuldu galiba ama sabah erkenden bizim de oraya yola çıkacağımızı anlatınca sakinleşti. Bizim köyde ne işi olduğunu sordum, yolda anlatırım dedi. Bir avuç buçukluğun arasına taa Greyhawk’tan koskoca savaçıyı niye gönderirler bilmem. Bana söyleselerdi ben hallederdim.
Neyse işte o kadar içkiden sonra nihayet sabah kalkabildik ve yolumuzun ortasında olan bu kötünün iyisi konaklama yerine geldik. Ben biraz şarkı türkü çalarım diye indirim yaptırdım. Cebimdeki parayı idareli kullanmam lazım. Artık bizimkilerden para alıcak yüzüm kalmadı. Yarın sabah yola kaldığımız yerden devam edicez. Giderkende Caleb’in ağzını arıycam. Kesin sakladığı bişeyler var. Bizim köyde herhangi bir şey ne kadar garip olabilir ki? Ortalık en fazla bizim başkan kabız olduğunda gerginleşir.

GreyHawk'a Veda



22 Planting 591
Starday

Nihayet yarın Greyhawk'tan ayrılıyorum. 6 senedir altını üstüne getirdiğim bu şehir zaten artık canımı sıkmaya başlamıştı. Greyhawk her tarafta kuralları olan, barındırdığı karmaşa potansiyeline yakışmayan bir düzen içerisinde yönetilmeye çalışılan, yaptıkları işi fazlaca önemseyen şehir koruyucuları falan olan biryer. Zaten okulda aldığımız derslerde dünyada ne kadar çok gezilmesi gereken yer olduğunuda gördükten sonra burası benim için artık tatlı bir hatıra olarak kalmaya hazır.
Hayatımın geri kalanında ne yapmam gerektiğini tam olarak kestiremesemde ilk iş olarak bizim yaşlıların yanına gitmeye karar verdim. Benim için katlandıkları onca zahmetin ardından onların yanına gidip tekrar veda etmek hoş olmayacak sanırım ama bizim köy benim gibi bir buçukluğa göre değil. Hem zaten onlara olan borcumu artık iyice azalmış olan bağlarımızda üzümleri çiğneyerek ödememe pek olanak yok. Neyse bunları zaman gösterir.
Artık güneşli bir sabahta kahvaltı sonrası yaktığım bir piponun üflediğim ilk dumanıyla beraber Elmshire'a doğru yola çıkmak, çoktan hakettiğim bir başlangıç. Ve bu başlangıç için yanıma çoktan bir arkadaş buldum bile. Eve, birkaç ay önce bizim okulda tanıştığımız Kira isimli bir büyücüyle gidiyoruz. Daha tanışalı bir iki ay olmasına rağmen neredeyse hergünümüz birlikte geçiyor. Diğer insanlar gibi değil. Hem çok mesafeli hem çok yakın. Hakkında ne kadar şey bilirseniz bilin sanki henüz hiçbirşey bilmiyormuş gibi hissediyorsunuz. Ama bununla beraber yanındayken alışık olmadığım bir güven duygusu duyuyorum. Halbuki bir insan olmasına rağmen oldukça ufak tefek. Beyaz dağınık saçları ve cüppesinin altından gözüktüğünde insanı ürküten ipince kemikli kollarıyla tam bir büyücü. Birde elbette parmağından hiç çıkarmadığı o ışıltılı yüzüğü var. O yüzüğe bakarken ara sıra dalıp gidiyormuş gibi geliyor. Bende yakından bakmak isterdim doğrusu. Hikmeti ne acaba? Neyse, bir akşam güzel bir şarkı ve birkaç köpüklü biradan sonra öğrenirim nasılsa. Bira demişken, bu akşam Blue Dragon İnn‘e gidiyoruz. Milnia’yı son defa görmeden gitmem düşünülemezdi zaten. Birkaç sene önce herşeyi elime yüzüme bulaştırmasaydım….

Saçlarında çiçeklerle geçiyorken sen
Kalabalık bile olsa parıldıyorken
Kalbime dinletemediğim bu sözler yüzünden
Eve dönen artık sadece ruhsuz bir beden.


Merhaba!

Merhaba Günlük
Ben Latron Amarran. Buçukluk bir bard olmamın yanı sıra senin sahibin, arkadaşın ve anlatıcınım. Burada yazdıklarım seninle aramda bir sır olarak kalacak. Bu anlaşmayı böylece imzalıyor ve bozulmamak üzere mühürlüyorum.