Thursday, December 25, 2008

Rasimu

8 Planting 591

Sabah kamp alanımızı toparlayıp tekrar yola koyulduk. Akşamüzeri güneş daha batmadan Keyron tepelerine ulaşmıştık. Bir kilise veya ona benzer bir şey arıyorduk. Yolda Ubormetenga bana gittiğimiz yerin Mayaheine diye bir tarikata ait olduğunu söyledi. Denilene göre Mayaheine önceden Pelor’un hizmetinde olan çok güçlü bir Paladinmiş. Sonra kendisini iyice Pelor’a adamış ve bedenen öldüğünde yoldaşları onun ruhunun tanrıların katına yükseldiğini söylemişler. Mayaheine’ler o günden beri tanrı/liderlerinin çizdiği yolda yani doğruluk ve iyilik yolunda kötülüğe karşı savaşmışlar. Ubormetenga sayılarının az olduğunu ama gerçek güçlerinin tam olarak bilinmediğinden bahsetti. Gittiğimiz tapınakta Mayaheine’lerin gizli tapınaklarından birisiymiş. Yerini şeytan Ubormetenga’ya tarif etmiş. Ben Ubormetenga’yı yakalmışken elbette hemen “O şeytan o kadar güçlüyse neden gelip kendisi almıyor baltasını” diye sordum. Meğerse bizim boynuzlu Hassirak efendi Mayaheine tapınağından içeri giremiyormuş.

Tapınağın girişi tepeleri yaran vadinin ortasında belli belirsiz gözüken bir çatlaktan içeriye doğruydu. Ben bir önceki tapınak maceramızı hala unutmadığımdan temkinli temkinli ilerliyordum. Zaten temkinli olmayanın da aklına şaşarım. Tapınak dediğin yerde büyüyle uğraşan birileri kesin yaşıyordur. E tabi büyünün insanı ne hale getirdiğini anlamak içinde Ubormetenga’ya yüzüğünü severken bakmanız yeterli. Ama bizim güzel grubumuz pek öyle temkinden falan anlayan bir grup olmadığı için önde iki cengaver Caleb ve Valost paldır küldür ilerliyordu. Keyla seri adımlarla sağı solu kolaçan ediyor, yerde tuzak falan var mı diye bakınıyordu. Biz böyle böyle devam ederek tapınağın girişini epeyce geçmiştik. Etrafta Pelor ve Mayaheine simgelerinin kazılı olduğu eski taş oymalar yarı kırık yarı sağlam göze batıyordu. Gidilecek tek istikamette dar bir yol vardı bizde ikişerli ilerliyorduk. Çok geçmeden gökgürültüsü gibi bir ses duyuldu “Gidin Burdan”. Artık biraz sonra başımıza birşey geliceği o kadar açıktı ki!

Nihayet muhtemelen hepimizin gelsinlerde artık işimize bakalım dediği tapınak gardiyanları göründü. Ben ilk bakışta hiçbirşeye benzetemedim. Valost ve Caleb’in suratlarındaki ifadedende “Bunlar ne ya?” sorusu açıkça okunuyordu. Keyla hemen soluna sekerek ok için kendine bir görüş açısı sağlamıştı. Ubormetenga “Bunlar olsa olsa air elemantel varlıklardır ama fazla bir bilgim yok” demeye kalmadı iki gardiyan bulut gibi süzülerek Valost ve Caleb’in karşısına geldiler. 5 dakika sonra ise gösterişleri kadar matah birer koruyucu olmadıkları belli olmuştu. Kılıcın soğuk çeliğini yeteri kadar tadınca Püf diye kayboldular. Yolumuz şimdilik açık gözüküyordu. İlerlemeye devam ettik. Ve günün adamının karşısına çıkana kadarda ilerledik.



Mayaheine’ler Ruhyiyen baltasının ne kadar önemli olduğunu elbette biliyorlardı. Onu bu tapınakta sonsuza kadar hapsetme niyetindeydiler. Bu tapınağın yeri yaşayan çok az canlı tarafından biliniyordu ama bir canlı sayılmayan ve balta’yı açgözlülükle arzulayan şeytan Hassirak’ta bu bilgiye sahip olanlar arasındaydı. Ve işte bizde o yüzden burdaydık. Karşımızda ise Mayaheine’lerin Ruhyiyen’i koruması için görevlendirdiği bir şey vardı. Bu şey köpek başlı bir savaşçıydı. Ve ömrümde gördüğüm en çirkin şeydi. Hassirak ve bunu yanyana koysanız, yemin ediyorum Hassirak’a tanrı diye tapardınız. Ama bununla beraber iki eliyle kavradığı devasa kılıcıyla bu Mayaheine müridi kavga etmek istemeyeceğiniz türden bir yaratıktı. Ve konuşunca gerçektende kavga etmek istemediğimiz anlamamız gecikmedi.

Adının Rasimu olduğunu ve oradaki görevini söyledi. Bizde kim olduğumuzu ve oraya neden geldiğimizi anlattık. Hayatını ve sonrasını iyilik yoluna adamış bir dinin tapınağına girip bir şey zorla alamazdık ve bir yolunu bulmak zorundaydık. Rasimu konuşurken Hassirak’ın tapınağa girmeye gücünün yetmediğini, buranın korunduğunu söyleyince aklımıza yavaş yavaş bir fikir gelmeye başlamıştı. Eğer şeytan buraya giremiyorsa belkide bebek burada güvende olacaktı. Bebeği buraya getirebilir miyiz diye sorduğumuzda bir iyi birde kötü cevap aldık. İyi cevap bebeği tapınağa getirebileceğimiz ve burada güvende olacağı yönündeydi. Kötü olan ise buraya birdefa giren bir daha çıkmamalıydı. Bizim için ise bir istisna yapılabilirdi. Çünkü sonucunda bizde iyilik yoluna bir adım atmaya çalışıyorduk. Kendi aramızda da biraz tartıştıktan sonra herkes için en iyi çözümün –en azından şimdilik- bebeği ve ailesini yani Kesterem ve eşini ikna edip tapınağa getirmek olacağı hususunda anlaştık.


Kararımız verdik ve Elmshire’a dönmek üzere yola çıktık. Dışarda kalacağımız gecelerde olduğu gibi gene bir nöbet sırası oluşturduk ve sıra bende. Ben ise titreyen kamp alevinde bu satırları yazıyorum. Umarım etrafta yaklaşan bir tehlike yoktur. Biran önce köye dönüp tapınağa geri gelmeli sonra tekrar Elmshire’a gitmeliyiz. Günler geçiyor ve Caleb ya evlenecek yada lanetlenecek. Paladin Zander bizimle köyde bir daha görüşecek. Hassirak ise…….Bir şeytanı ne kadar kandırabilirsiniz ki?

No comments: